31 Aralık 2018 Pazartesi

Sonsuzluğa 1 yıl daha yaklaşmak.

  Bugün 31 Aralık’ı, 1 Ocak’a bağlayan gece. Yılbaşı falan da derler ama bana bugüne kadar değer verdiğim bir insanın, kardeşimin doğum günü, hayatımıza katıldığı gün olarak gözükür hep. Daha doğrusu gözükürdü. Ta ki sana kadar. Çok değer verdiğim biri daha bugünde doğmuş. Bu bir tesadüf mü? Bilemedim..
  Biliyorsun sıkıntılı günler geçiriyoruz. Her ne kadar sıkıntıda da olsak insanı mutlu eden şeyler eksik olmuyormuş Edam. Sen mesela. Bir insan bilmem kaç sene önce doğdu diye mutlu olunur mu? Düşününce çok saçma ama olunuyor. Hele ki o kişi değerlilerinde değerlisiyse. O yüzden iyi ki doğdun Edam.
   Biz olduk, birbirimize destek olduk, düştüğümüzde kalktık, beraberde düştük yine toparlandık, mutlu olduk, çok mutlu olduk, üzüldükte, yeri geldi monotonlaştık, yeri geldi heyecanlandık. Şu 1 seneye neler sığdırdık. Ne mutluluklar sığdı. Ne anılar sığdı, neler neler sığdı. Bir biz sığamadık, yetmedi bize. Ömrümüzden 1 yaş daha gitti. Farkettik ama umursamadık.
    Seni öyle güzel seviyorum ki, tüm karanlıklarımın aydınlığı sensin. Çıkmaz sokaklarımın  çıkarı sensin, dertli canımın dermanı sensin. Mutlu oldum, sana paylaştım. Dertli oldum sana anlattım. Şu an dara düştüm sana sarıldım Eda ben. Bir ailem bir sen...

   Sonsuzluğa 1 yıl daha yaklaştık dedim. Ben seninle nice 1 yıllara da varım. Sonu sonsuzluğa çıkan 1 yıllara...


Bugün senin mutlu günün. Unutma sen mutluysan, ben mutluyum. Ben dimdik durmaya hazırım. Sen yanımda durmaya hazır mısın ? Mutlu olmaya hazır mısın ? Mutlu bir yıl geçirmeye hazır mısın ?




16 Temmuz 2018 Pazartesi

Hayata karşı üzülen taraf mı? Öfkelenen taraf mı?

Hayata karşıdan kastım tamamen dünyevi olaylarda yaşananlardır. Dertler, sıkıntılar vs...
  Bundan 2-3 yıl öncesi. Bi adam var. Öyle biri ki, çok umursamaz görünümlü ama içinde fırtınalar kopan. Gülen ama gülerken bile ağlamayı bilen. Öyle bir maskesi var ki, kendi istediği kişiler dışında kimse gerçek yüzünü göremiyor. Kimseyede kolay kolay göstermiyor. Her şeyi içinde yaşıyor. Eminimki çoğu şeye de üzülüyor.
  Geçen gün sevdiğim bir abimlr bi konudan bahsettik. Fakirlikten yola çıktı bu. Asosyalliğe bağlandı. Garibanlık insan karakterine öyle pis bir leke gibi kalıyorki, geçmişteki mecburlukların şimdiki karakterinde bir zayıf noktaya dönüşüyor. Konu da kendini ifade edememe, her şeye eyvallah deme.
  Herhangi bir konuda, karşındaki insanla zıt fikirler içerisindeysen, karşındaki adamin fikirleri sana ters düşerse, kendini bir şekilde açıklarsın. Fikirlerinizin ters düştüğünü anlarsın, anlatırsın. Tam olarak bu andan itibaren, iki kişiden biri kendi fikrinin doğru olduğunu savunur. Genelde karşı taraf olur ve senin fikrinin yanlış olduğunu söyle. İşte tam bu saniyeden itibaren 1-0 geriye düşmüşsündür. Çünkü karşıdaki seni herhangi bir köşeye itmiştir. O köşeden çıkmak için hemen karşındaki insanın yanlış dediği şeyin yanlış olmadığını anlatmaya kalkarsın. Burada 2-0 geriye düşersin. Anlatamazsın ifade edemezsin ve o tartışmayı 3-0 kaybedip, kendi içinde sonuna kadar doğruluğunu savunduğun düşünce için belkide belki karşıdakinin düşüncesi doğru olabilir bile diyebilirsin. Bu hareket veya davranış, tamamen eziklikten ve kendini ifade etmede başarısızlıktan gelir.
  Gelelim asıl konuya. Bundan 2-3 yıl önce bahsettiğim adam benim. Bu anlattığım şeyi kendime yapan bendim. Birine ihtiyaç yoktu. Kendimi savunduğum her noktada tekrar ben kendimi çelişkiye sokup üzdüm. Bilen bilir. Bu hayata karşı üzülen tarafımdı. Artık üzülmüyorum. Oyuna gelmiyorum. Kimsenin beni o köşeye itmesine izin vermiyorum. Onlara karşı bu söylediklerimi yapmaya kalkıştıklari için öfkeleniyorum. Hayata karşıda, kadere karşı da, günlük yaşantıma da..

  Bilemiyorum ama çok öfkeli bir insana dönüşüyorum. Kin tutabiliyorum artık. Her şeyi unutan ben, söylenen kötü şeyleri ve kötü davranışları unutmuyorum. 2-3 yıl öncesinden alıntı yapıp kendimi o köşeye itmek istersem: Yaptıklarımın sonuna kadar arkasındayım. Destekliyorum. Peki ya doğru değilse?


Dudaklarım kilitli, hoşçakal bugün.

24 Ekim 2017 Salı

Saçmalayabilmek gerek bazen.

Saat 00:21. Arka plan müziği Mogwai-Take me somewhere nice. Blog yazmak için gereken şartlar hazır. Sadece benim saçmalamam gerek.

 Bir şeylerden bahsedeceğim ama tam olarak neden bahsedeceğim inan ben de bilmiyorum. Mutluyum, huzurluyum, bu ara her şey istediğim gibi gidiyor. Bir sevgilim var. Hak edemeyeceğim kadar güzel, iyi, saf, temiz biri. Şükürler olsun diyorum bu duruma. İşim gücüm var. Okuyorum aynı zamanda da. Paramı kazanıyorum. Aileme yük olmuyorum. Aksine destek çıkıyorum. Zaten bir erkek  başka ne ister. En azından benim gibi düşünen biri. Bunlar benim için zamanın ötesine yani ileriye hazırlık gibi bir durum. Paranın nasıl kazanıldığını biliyorum. Bir ailenin nasıl geçineceğini biliyorum. Annemi ve kardeşimi nasıl kollamam gerektiğini biliyorum. Artık tabiri caiz ise bir aileye nasıl reislik yapılabilir biliyorum. Bu konuda da mutluyum. Soranlar öneride bulunanlar oluyor tabi. Bu yaşlarını yaşa, çalışmayı bırak öğrenciliğin tadını çıkar gibisinden. Denedim bir ara ama bana göre değil. Böylesi daha güzel. Emek veriyorsun. Okula da işe de ailene de. Benim için her şey böyle daha anlamlı. Zamanımın her dakikasının önemli olduğunu biliyorum. Nasıl kullanmam gerektiğini biliyorum. Tabi çoğu zaman ders kısmına biraz, biraz değil daha çok, baya da denebilir, tembellik yapıyorum. Prenses bu konuda çok haklı. Derslere biraz daha asılmam gerek. Bunu ben de biliyorum ve asılacağım. Sadece biraz alışma süreci gerek bana. Çok değil. O dönemdeyim. Biliyorum ki gerçekten asıldığım zaman çok güzel şeyler başarabilirim. Belki de bunun rahatlığı var bilemiyorum.

   Diğer konuya dönecek olursak. Babam farklı şehirde. Yaklaşık 4 senedir ayrı gibiyiz. Gelir gider halimize bakar yapabileceklerini yapar ve sonra döner. Gerisi bana kalır. Bazen bu durum canımı sıkar. Yapmak istediğim bazı şeyleri ertelememe ve ya vazgeçmeme sebep olur. Gece eve gelmek zorunda olmak, aileye daha çok zaman ayırmak, ayriyetten ev için koşuşturmak gibi. Asla şikayetçi değilim. Aksine çoğu zaman hoşuma gider ama bazen de canımı sıkar. Keşke babam burada olsa derim. O yapardı bu işleri ben de gezer tozar ve ya dalgama bakardım derim. Sonra geçer ve yine yola koyulurum o işleri yapmak için.


   Bir sevgilim var benim. Ailemden ve bu çevremden başka bir hayatım gibi. Onun yanındayken her şeyin daha kolay olduğunu hissediyorum. Böyle şeyleri takmamaya başlıyorum. Unutuyorum uzaklaşıyorum. Sadece onun oluyorum. Doğru mu yanlış mı kestiremiyorum ama böyle olması gerektiğine inanıyorum. Bana güç veriyor. İnanç veriyor. Umut veriyor. Mutlu ediyor. Bir insan şu an yaşadığım hayattan başka ne isteyebilir diyorum bazen. Acaba nankörlük mü ediyorum. Bilemiyorum. Şu an tek bildiğim şey çok  saçmaladığım ve şarkının bitmiş olması. He bir de etraf çok karanlık evde herkes uyuyor. Sadece ben ayaktayım. Sevgilim arkadaşlarıyla ders çalışıyor. Ben blog yazıyorum.


  Konunun sonuna gelirsek. Sadece prensesin yanında şımarabiliyorum. Tam olarak bu yaştaki ben olabiliyorum. İstediğim gibi davranabiliyorum. Çoğu sorumluluktan uzaklaşabiliyorum. Yani anlayacağınız onun yanında ben oluyorum. Ya da biz oluyoruz. Şu anda saat 00:41 ve hayattan evrenden dünyadan, prensesten, önemlisi de yaradan dan tek istediğim bunu bana çok görmemeleri. 


   Sizce de, ya da sence de prenses, bu yaşta bu kadar sorumluluğa sahip olmak ve bundan hiç şikayetçi olmamak çok değil mi ?



Her doğru, insana bir sorumIuIuk, her fırsat bir zorunIuIuk ve sahip oIduğu her şey de ona bir görev yükIer.

John D. RockefeIIer Jr.







11 Ekim 2017 Çarşamba

Bir Sonun Ne Kadar Güzel Başlangıcı Olabilir ?

    Birini düşünün. Öyle biri ki, çok güzel seviyor. Öyle biri ki öyle güzel sevdiriyor ki...


    Hayatımda ilk defa sende gördüm bir insanın bu kadar güzel sevilebileceğini. İmkansız diyordum hep yok öyle sevgiler sahte yalan diyordum. Yanılmışım. Çocukluğunu sevdiğin gibi seviyorsun beni. Babanın akşam eve altılı renkli boyama kalemleriyle eve girişindeki sevinci görüyorum sende beni severken, ve yahut  bayramda alınan kırmızı ayakkabılarını bayram sabahı giymeyi beklerken ki o heyecanı görüyorum güzel gözlerinde. Yüreğinin derinlerinde yatan o acı sevgiyi o kadar net hissediyorum ki; bırak seni sevmek senin için nefes almamak elde olmuyor. Parkta balon gören minik bir kız çocuğunun babasına "bana balon alır mısın?" deyişinde ki umutla seviyor beni. İnan bana prenses seni sevmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu öyle güzel hatırlatıyorsun ki bana; sevmemek için biraz deli olmak gerekiyor.

  Evet öyle. Seni sevmek. Demiştim ya sana seni sevmek diye cümleye başlasam gece biter diye. İşte o gece bu gece.

  Hatırlıyor musun beraber gecelerimizi, en derinlerimizi, dertlerimizi, sevinçlerimizi. O geceler tütüyor gözümde. Özlüyorum. O kadar çok özlüyorum ki öyle zamanların bir daha gelmeyeceğini kendime itiraf edemiyorum. Korkuyorum. Gece evde tek kalamayan çocuklar gibi korkuyorum. Benden gidersen diye korkuyorum.
   Her insanın kendince sıkıntıları vardır. Kimisinin belası, kimisinin karanlık dünyası. Ama eminim ki o insanlar da huzur arar. Bulur ya da bulamazlar orası ayrı. Şanslıyım ki şu günlerde huzuru bulduğum biri var. Sevmek afilli sözler istemez. Ya da aşırı ilgi sevmek demek değildir. Küçük şeylerdedir sevmek. Bu soğuk günlerde "Üstünü sıkı giy, üşütme" dedir sevmek. Ve ya "Yemek yedin mi? Karnın aç mı?" dadır sevmek. "Dikkatli ol"dadır sevmek. Sevginin atası inanmaktır. Ve ben hiç bir şeye inanmadığım kadar inanıyorum sana, bana.

   Hele ki o meraklı bakışların. Zeytin gibi simsiyah gözlerin. Bana baktığında kayboluşum gözünde. Kızarsın çoğu zaman "Bana baksana nereye bakıyorsun" diye. Bakarım bakarım da her baktığımda ayrı bir yere kaybolmak, seni dinleyememek... Sorarım sana bir daha anlatsana diye. Tekrar kızarsın sen beni dinlemiyor musun diye. Emin ol benim gözümden kendi gözüne baksan bırak dinlemeyi, konuşturmazsın bile. Alıyorsun beni götürüyorsun uçsuz bucaksız diyarlara.

  Müziği severiz. Bazen tarzlarımız tutmasa da genelde beğendiğimiz şarkılar ortaktır. Bana en sevdiğin şarkı ne diye sorsan sen derim. Yeminim olsun ki dünya üzerinde hiç bir sanatçı seni çalamaz, söyleyemez. Hiç bir müzisyen notanı yazamaz. Hiç bir besteci besteleyemez sesini. Dinlediğim en iyi şarkısın sen.

  "Fazla söze ne hacet. Ben sana deli gibi aşinayım."
   Bir ailem bir sen. Şu an burada bunu yazan kişi en çok bu ikisine muhtaç.
   Bilirim seni. Evimin yolu gibi bilirim seni. Yalan söyleyemeyişini, ilk olarak burnunun üşüdüğünü, küçücük ellerinin arasında tuttuğun kalbi, babanı ne kadar çok sevdiğini, çok korktuğunu..
Dediğin gibi eğer sevmek aşına olmaksa, ben de sana deliler gibi aşinayım.

  Bunca şeye rağmen sevmek sevilmek çok güzel be prenses. Gitme olur mu. Beni karanlıkla yalnız bırakma. Hele ki şu sıralar tek aydınlığım sen iken.

 Ahmet Kaya demiş bize de yazmak düştü. "Ellerimi tutmazsan gülüm Yakarım Geceleri!"


  Bu Sonun bir başlangıcı oldu. Şahitsiniz. Bir sonun ne kadar güzel bir başlangıç olduğuna...

17 Haziran 2017 Cumartesi

Ölümün en güzeli.

Ölümün iyisi olmazmış. Öyle derler. Doğruda derler. Öldürmeninde iyisi olmaz bunu bilmezler. Bir katil düşün. Kan dökmemiş, can almamış ama daha beterini yapmış. Gelecek katili, hayal katili, umut katili... kandan daha kötü değil mi bunlar. Emin ol ölmekten daha kötü güz güzeli. Kendi vicdan mahkemende yargılanmak, hemde her gece. Her gece idam yemek, her gece ölmek, sabahına tekrar dirilmek.

  Seni öldürdüm ben güz güzeli. Ölerek öldürdüm. Aydınlıklarını kararttım. Güneşini söktüm aldım. Kalbini söktüm aldım. Günahın boynuma. Söylesene güz güzeli ben şimdi yaradana nasıl sığınayım. Ne diyim nasıl dua edeyim, sana nasıl hesap vereyim. Bi özüre bi affetime olmaz bu işler güz güzeli. Kaçmakla olmaz bahane bulmakla olmaz. Başkasını suçlamakla olmaz...

 Ama bir şey var. Ne kadar doğru ne kadar iyi ne kadar kötü kestiremiyorum. Kendimi öldürüyorum yine seni bende yaşatıyorum güz güzeli. Hakkım olmasada yaşatıyorum.

  Bırak yaşatayım, unut deme bana. Önüne bak deme bana. Hayatına bak deme bana. Bırak bari bunu yapayım.

 Aslında haklı değiller güz güzeli. Ölüm her zaman kötü değil. Seni yaşatmak ölmekse, gözüm kapalı ölürüm. Ölüyorumda.

   Her adımım daha derine, ölüyorum.

15 Haziran 2017 Perşembe

Yaşatmasını biliyosan, kimsenin ölmesine inanmana gerek kalmaz.

Öfkeliyim. Sana değil be gülüşü pırlanta. Kendime, aileme, kuzenime, arkadaşlarıma. Bana seni yaşatmayan herkese öfkeliyim. Açıklama yapamadığım için en önce kendime öfkeliyim. Ramak kalıyo, ben böyle hayatın ta evveliyatını sikeyim demeye ramak kalıyo. Bitsin demeye ramak kalıyo. Aklıma geliyosun. Bende hala yaşadığın aklima geliyo. Yemin billah olsun ki yüreğini hala hissettiğim için kımıldayamıyorum. Yaşatıyorum seni.
   Neşet babanın "niye çattın kaşlarını"da yaşatıyorum, Musa babanın " Belki bir gün çıkar gelir diyorlar, gönül muradını da alır diyorlar. Seven sevdiğini bulur diyorlar, umudumu kestiğimi söyleme, ona söyleme" dizesinde, yine neşet babanın "bir ayrılık bir yoksuzluk bir ölüm", "yazımı kışa çevirdin kar yağdırdın leylam" , "Şu ellerde gez gayrı aman, katip olda yaz garyı aman aman, biz kazma al bir de kürek, mezarımı kaz gayri" dizelerinde, amirimin "ben unutmak istiyom la" sözünde, Cemal Sureyyanın " ne olur okuma bu mektubu çarşamba günleri" şiirinde...

  En güzeli de bu kalbin hala kararmamış en aydınlık yerinde yaşatıyorum seni güzel yüzlüm.

  Sanma bi vedaya sığdırdım seni. Sanma yine kaçtım gittim. Sanma seni yine terkettim. Yoluna taş koymak istemedim sadece. Unut beni. Sezen ablanında dediği gibi kolay olmayacak elbet üzüleceğiz.

 Unutma ama beni. Öyle bi unut ki unutma. Unutma beni gönlü güzel yarim. Çünkü benim yeminim var. Unutmayacağım. Yerini kimseye doldurtmayacağım. Bu konuda çünkülerim çok. En büyük çünkümde; en derinimde sen varsın. Ne senden önceki, neden senden sonrakiler daha derine inemez.

Unutma beni yârim. Unutma.



9 Haziran 2017 Cuma

Son.

Haklısın. Artık uzun yazılara gerek yok. Artık geçmişe gerek yok. Artık sana ben kalaya gerek yok.

Artık saat, 00.01 oldu.